Dil, toplumun sürekliliğini ve kültürün yeniden üretimini sağlamada en temel kurumlardan biridir. Yeni kuşaklara, gündelik hayatın yeniden üretimi için gerekli olan yaşam deneyimleri dil aracılığıyla aktarır.
Dil yoksa bir kavramlar sistemi ve düşünce de yoktur. Düşüncenin belirleyicisi dil, dilin belirleyicisi ise toplumdur. İnsan gerçekliğe dili kullanmaksızın adapte olamaz. Reel dünya büyük ölçüde bilinçsiz bir biçimde dil alışkanlıkları üzerine inşa edilir.
Almanya’daki Türklerin toplumsal yapısının analiz edilmesinin en önemli araçlarından biri konuşulan dildir. Bu dilin konuşulan ortamlara göre değişmesi normal olmakla birlikte, ana dile olan hâkimiyetin birinci kuşaktan üçüncü kuşağa gelinceye kadarki süreçte kaybolmaya başlaması, göçmenlerin kültürel kimliğinin yaşatılması ve yeniden üretilmesi için bir tehdit unsuru olmaktadır.
Dildeki dönüşüm, Almanya Türklerinin kültürel kodlarını tanımlamak için araştırılması ve izlenmesi gereken en önemli değişkenlerden biridir. Almanya’ya ilk gelen birinci kuşaktan, Almanya’da doğup büyüyen üçüncü kuşağa, Türklerin aile içinde, sokakta, alışverişte, resmi kurumlarda ve hayatın diğer alanlarında kullandığı dildeki dönüşüm, aslında toplumun kültürel yapısının dönüşümüdür.
Dil konusu, Almanya Türkleri ile Almanya Devleti arasındaki çatışmaların merkezine oturmaktadır. İlk kuşakta Almanca bilenlerin sayısı çok sınırlı iken, Almanya’da doğup büyüyen üçüncü kuşaktan itibaren ise Türkçe bilenlerin sayısı azalmaya başlamıştır. Her iki dilde de yetersiz olan bu üçüncü kuşak gençler, günlük hayatlarında Türkçe Almanca karışımı bir dil konuşmaktadırlar.
Alman dilinin göçmenlere öğretilmesi, entegrasyon politikasının en önemli aşaması olarak kabul edilmektedir. Almanlar, kendi uluslarını Almanca’ya verdikleri önemle yarattıkları için yabancıların Almanlaştırılmasının önündeki en büyük engeli de geldikleri ülkelerin dilini konuşmalarına bağlamaktadır. Problem, yabancılar ve göçmenlerin uyum-entegrasyon sorunu değil, dil ve kültür farklılıkları yüzünden doğrudan göçmenlerin problem olarak görülmesidir.
Göçün ilk yıllarında hem Almanya hem de göçmenler için Almanca bilmemek büyük bir sorun olarak görülmez iken, Türkler ise uyum ve asimilasyon tartışmalarının artması sonucu kültürlerini koruma içgüdüsü ile yeni kuşakların Türkçe sorununa yoğunlaşmaya başlamışlardır. Alman Devleti entegrasyon sürecinin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için Almanca öğrenilmesi konusunda Almanya Türklerini zorlarken, Türkiye ise Almanya’daki STK’ların talebini de dikkate alarak devletlerarası anlaşmalarla Türkçe öğretimini teşvik etmekte ve öğretmenler yollamaktadır.
Almanya Türkleri gerek aile içinde, gerekse sivil toplum kuruluşları (STK) tarafından düzenlenen kurslarda üçüncü kuşaklara Türkçe’yi öğretmeye çalışırken, devlet okullarındaki derslerde de kurallı ve düzgün Türkçe öğretimi için girişimlerini sürdürmektedir. Almanya ise; uyum ve entegrasyonu güçleştirdiği gerekçesiyle bu girişimleri yavaşlatmaya, göçmenlerin eğitim, din, sosyal çevre, aile gibi hayatlarının her alanında Almanca’yı tek dil olarak kullanmalarına yönelik politikalarını sürdürmektedir.
Uyum ve Göçmenlerin Dili
Almanya’da dışlayıcı bir etno-kültürel ulusçuluk hâkim durumdadır. Bu hâkim görüş, aynı zamanda devlet politikasıdır ve göçmenlerin dil ve dinleri başta olmak üzere kültürel değerlerini tehdit olarak görebilmektedir. Anayasasındaki katı etnik kimlik ve kan bağı vurgusundan dolayı çok kültürlülüğe mesafeli duran Almanya, vatandaşlığına geçsin veya geçmesin, yıllardır aynı topraklarda birlikte yaşadığı Türkiye kökenlilerin ana dillerini resmi okullarda öğrenme ve geliştirmelerinin önünü kesmektedir.
Dil, Almanya Türklerinin kültürel kimliklerinin analiz edilmesinin en önemli araçlarından biridir. Günlük hayatta kullanılan dil, Türkçe, Almanca veya her ikisinin karışımı ile ortaya çıkan sık sık biri birinden alıntı yapılan karma bir dil olabilir. Konuşulan ortam ve kuşaklara göre, konuşan kitleyi dilin zenginliği veya yoksulluğu söz konusu kitlenin kültürel görünümü hakkında bizlere fikir vermektedir.
Almanya’da kimlik politikası dil merkezli yürümektedir. Bu sebeple Almanya, uyum ve entegrasyon için göçmenlerin ana dillerini sistemli ve düzenli olarak konuşmaları ve öğrenmelerini desteklememekte, zaman içinde azalarak ortadan kalkmasına zemin hazırlamaktadır. Aslında dil üzerinde gerek devletler, gerekse Almanya Türklerinin çatışmaları, gelecekteki toplumun inşasında olabildiğince fazla söz sahibi olma iddialarından kaynaklanmaktadır. Çünkü dil, toplumdaki en stratejik kurumlardan biridir. Dil, sosyal değişimin, Almanya için ise entegrasyonun en önemli aracıdır.
Almanlar, kendi uluslarını Almanca’ya verdikleri önemle yarattıkları için, yabancıların almanlaştırılmasının önündeki en büyük engel olarak da göçmenlerin geldikleri ülkelerin dilini konuşmalarını görmektedir. 2009 yılı Ocak ayında yayınlanan Berlin Nüfus ve Kalkınma Enstitüsü Raporuna göre, Türklerin uyumunu engelleyen iki temel faktör vardır. Birincisi Türk kültürünün Almanya kültüründen uzak olması, ikinci faktör ise Türklerin eğitimde başarısız olmalarıdır. Bunun nedeni ise Almancayı bilmemeleri-az bilmeleri olarak belirtilmiştir.
Ancak, göçmenlerin ve azınlıkların çeşitli sivil örgütlenmeler ile birlikte dil üzerinden devletlere yaptıkları baskılar, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Almanya’nın da değişen şartlara uygun yeni bir ulusal kimlik veya siyasal kimlik tanımı yapmasını zorunlu kılmaktadır.
Almanya resmi kimliğin tanınmasını talep ederken, ülkedeki diğer göçmen ve azınlık toplulukları gibi Türk toplumu da dil merkezli kimliklerinin tanınmasını ve farklılıklarının meşru görülmesini talep etmektedirler. Bu süreçte, Almanya devletinden beklenen, Türk toplumunun ana dili konusundaki taleplerine duygusal tepkiler vererek kulak tıkaması değil, ülke demokrasisinin bir göstergesi olarak hoşgörü eşiğini yükseltmesidir.
Üçüncü Kuşakta Türkçe
Türkçe’nin iletişim dili olarak yeterince ve etkin olarak kullanılamaması yeni kuşakların kurallı Türkçe öğrenmesini de zorlaştırmaktadır. Alman toplumuna entegrasyonun temeli olarak görülen Almanca, doğal olarak ilk kuşakta çok düşük düzeyde iken, son kuşaklarda Türkçe’den daha iyi bilinen bir duruma gelmiştir. Almanya’da kalış süresi uzadıkça Almanca bilme düzeyi artmakta ve Türkçe bilme düzeyi azalmaktadır. Almanya doğumluların Türkçe düzeyleri ise, Türkiye doğumlu genç kuşaklara göre çok düşük kalmaktadır.
Üçüncü kuşakta Türkçe kullanımı azalmakta, kullanılan Türkçe de Almanca ile karışık, yeni, karma bir dil (crole language) halini almaktadır. Türkçe konuşmakta zorlanan çocuklar, tıkandıkları yerlerde Almanca’ya konuşmaya başlayarak kendilerini ifade etmektedir. Yeni kuşakların bu dil düzeneği değiştirme (code-swiching) tarzı artık üçüncü kuşak için normal bir konuşma dili haline gelmiştir.
Türkçenin Geleceği
Türkçe, Almanya Türklerinin kültürel kodlarını taşıyan, kültürel kimliklerinin devamlılığını sağlayan temel kurum iken, Alman Devleti için ise göçmenlere uygulanan entegrasyon politikasının önündeki en büyük engel durumundadır.
Almanya’da Türkçe’nin geleceği, Türkiye kökenlilerin ve Türk kültürünün geleceğinden ayrı düşünülemez. Yarım asırı geride bırakan Almanya Türkleri, ilk kuşaktaki Almanca bilmeyen birinci kuşaktan, Türkçe’yi artık bir yabancı dil gibi algılayabilen ve konuşmakta zorlanan dördüncü kuşağa gelmiştir. STK’lar birinci kuşak Türklere Almanca öğretmeye çalışırken, yeni kuşak gençler derneklere Türkçe öğrenmek üzere devam etmektedir.
Yeni kuşaklar Türkçe-Almanca karışık bir dil kullanmakta, büyük çoğunluğu ise her iki dile de yeterince hâkim olamamaktadır. Almanya’da doğmuş olanlar başta olmak üzere, Almanya’da yaşama süresi arttıkça konuşulan Türkçe düzeyi düşmekte, konuşulan karma dildeki Türkçe kelimelerin oranı da azalmaktadır.
Almanya’da en fazla konuşulan ikinci dil olan Türkçe’nin, anaokulundan üniversiteye kadar, eğitim müfredatının her aşamasında ana dili olarak yer alması, Avrupa Türklerinin kültürel kimlikleriyle çok kültürlü bir toplumda uyum içinde yaşayabilmelerinin en önemli teminatlarından biri olacaktır. Türkçenin Batı Avrupa dilleri arasında, kurallı, düzgün ve canlı bir biçimde varlığını sürdürebilmesi için Alman ve Türk Devletlerinin etkili bir program uygulaması kadar, STK’lar, aileler ve genç kuşakların da ana dillerine gereken hassasiyeti göstermesi gerekmektedir. Almanya’da Türkçe düşünebilmek ve yaşayabilmek için hepimize büyük görevler düşüyor.
Doç. Dr. Yusuf Adıgüzel
0 yorum:
Yorum Gönder