Öğretmenim! İnce Bir Sitemimdir...

21.4.16 0 yorum

Öğretmenim, ben sıcak nağmelerin mecnunuyum. Kalbim muhabbetin sahilsiz ummanlarını içine sığdırabi­lecek kadar büyük. Oysa en ücra kö­şelerinde bile nefret dalgalarının dövüşünü seyre­den gönlüm, merhamet adına bir çift kanat hışır­tısına hasret giderken, sen gökyüzünün enginlik­lerinde süzülmüşsün; bana ne? O sıcak bekleyişlerin kucağında, o sıcak deryada erittiğim ümit dünyamın enkazları yüreğimde buz tutarken, sen ufkun kızıllığında güneşe uzanmışsın; bana ne?
Çiğ düşmüş yamaçlar, gölgenin koruduğu yol­lar... Ben burada kaybolmadım öğretmenim! Ben, karanlık bakışlarda, bulanık zihinlerin uçu­rumlarında parçalandım. "Hiç"in uğruna çekti­ğim ızdırabın tükenen iniltilerini duyamadın. Sen, o yollarda, o yamaçların eteğinde yorulmuş­sun; bana ne?
Ben bir selvinin devrildiğini gördüm. Ümidin yeise inkılâbını... Mehtabın sevincinde sönen yıl­dızlara şahit oldum. Bir yıkılış karşısındasın öğretmenim. Öyle bir yıkılış ki, arzı ihtizaza getire­cek kadar yaman, nehirleri taşıracak, seni de içi­ne alacak kadar canhıraş... Bir yangın karşısında-sın öğretmenim. Öyle bir yangın ki; bütün bir gençliği hedef almış, tutuşturacak kadar kor­kunç... Ve öyle bir fırtına karşısındasın ki; arzı ağlatacak kadar dokunaklıdır. Bu oluşumları durduramadın, buna engel olamadın, set olmuş­sun; bana ne?
Yemyeşil ormanlarda bestelediğim muhabbet şarkılarımı birkaç damla gözyaşına bohçalayıp ça­resizliğe gömmeye mecbur bırakıldım. O gün­den beri gerçek tebessüme hasretim. Gündüzler­den intikam almayı heceleyen baykuşlar gibi ka­ranlıklara tünetilmişken, sen güllere bülbülün sevgi şarkılarını okumuşsun; bana ne? İçimde sönmeye terkedilmiş öğrenme arzumun sönük ışıklarına elin yetişmezken, hayal dünyan­dan öte gidemeyen ümitlerinle sen; gökyüzünün esrarlı derinliklerinden göz kırpan yıldızlara ula-şacakmışsın; bana ne?
Beynimin kar tutmuş fakültelerinin altında çatır­dayan zihnim anlama acziyetiyle inler. Kabiliyet­lerim sonsuzluğu dilerken; gençliğim belirsizlik dinamitini yedi. Ben fanide bitmeyip sonsuzluğa varmak isterken, sen ölümün kaçınılmaz olduğu­nu söylemişsin; bana ne?
Sen ulu bir çınardın ormanda öğretmenim. Beni gölgende korumak için dal salmış. Oysa ben göl­gende güneş alamamaktan ölmüşsüm. Sen beni sam yellerine karşı korumak isterken yıkılmışsın; bana ne?
Nazarım; düştüğü yerde görünmez noktanın in­ce kıvranışını görmeye namzetti. Ama maddeyi görmekten taşlaşmış, düştüğü yeri taş ağırlığında delip geçiyor. Maddenin boğucu kıskacında be­yin guddelerinin ışıksız karanlığında kayboldum. Ruhum kin ve nefretle dolup, gözlerim düşmanlık hırsıyla bulandı. Başıboş, gayeden mahrum, aklım gözüme çöreklenirken, maddenin karşısın­da boyun bükmeyi öğrendim. Bütün hassalarım, hislerini, duygularım, elhasıl içim dışım taşlaştı. Ve yine ben ki ruhî bunalım içerisinde çılgınla-şıp, çığırtkanlaşırken sen, bana tevazudan söz et­mişsin; bana ne?
Gayemin ilahî hedefi yok, hayatımın bir manası yok demektir. Fıtratıma zıt... Hayır! Ben böyle yaşamak istemiyorum öğretmenim. Tertemiz duygularım var. Kâinatı içime sfğdırabilecek his­lerle dopdoluyum. Ben de görmek, duymak, his­setmek istiyorum. Bilmek istiyorum; incir yapra­ğına bakmasını, papatyanın gülüşündeki manayı. Ve sevmek istiyorum, vatanımı, milletimi, ervah-ı şühedamı sevmek istiyorum. Sonsuzluğa teşne kabiliyetlerimle ölmek istemiyorum öğretme­nim. Bağırmamdan, kopardığım gürültüden bu­nu anlayamadıysan hâlâ...
Ben ki kötülük nedir bilmezdim, kin ve nefreti duymamıştım. Sevgi umulanlarını mevceleştiren duygularım vardı. Sevginin nefrete, iyiliğin kötü­lüğe inkılâbını senden görecektim. Ben ruhsuz-laşıp, vicdansız hâlde canavarlaşırken öğretme­nim, ışık olmuştun sen, gökteki yıldızdan daha uzak. Karanlıklarla dolu yolumu aydınlatmak için yanmıştın. Oysa ben de ateşi ben, yağı ben olan, bir mum gibi yandım kendi alevimde. Sen irfanının şen'inde boğulacakmışsın; bana ne? Sen ilim öğretmek için vardın. Hakikate teşne dimağları yoğuracaktın, zıtlıkların kâbusuna ga­lip getirecektin anlamak isteyen zihinleri öğret­menim. Ama ben cehaletin kâbusunda inliyo­rum. Ben gerçeklere susamışken, sen hakikatin gür sesiyle gürleyemedikten sonra öğretensin, öğretmensin; bana ne?"

0 yorum:

Yorum Gönder

Reklam

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı