AVRUPA’DA ANA DİLİMİZ AĞLIYOR

19.12.15 0 yorum
Yarım asır önce Avrupa’ya göçen Türk işçilerin en büyük sıkıntısı yabancı dil bilmemekti. Zamanla anayurda dönme fikri değişti ve kalıcı oldular. Ancak bu kez de önlerinde daha büyük bir sorun buldular. Şimdi çocukları ana dilini bilmiyor.
Ünlü Alman yazar Günter Wallraff, siyah peruk ve koyu renk lenslerle iki yıl boyunca aralarında gezip hayat şartlarını inceledikten sonra onlara şu ismi koymuştu: En Alttakiler. 30 Ekim 1961’de Türkiye ile Almanya arasında imzalanan misafir işçi anlaşmasıyla gelmişlerdi Almanya’ya. En düşük ücret karşılığında en ağır işlerde çalıştırılıyor, hakikaten işçi sınıfının en altını temsil ediyorlardı. Doğru düzgün Almanca bilmiyorlardı, bu yüzden tercümanlar çok iyi iş yapıyordu. Herhangi bir devlet dairesine gittiklerinde boyun büküyor, anayasal haklarını bile talep etmekte zorlanıyorlardı. Dilleri bir türlü dönmüyordu Almancaya. Nasılsa bir gün Türkiye’ye geri döneceklerdi ya; varsın Almanca da eksik kalsındı. Onları sadece çalışmak kurtarırdı, çalıştılar da. Hem kendileri hem de Türkiye’deki yakınları için. Okumaya, eğitim almaya gerek yoktu. Eğitimi ne yapacaklardı ki? Göçmendiler...
Aradan yarım asır geçti. Wallraff’ın ‘En Alttakiler’ diye tarif ettiği bu insanlar hâlâ Almanya’da. Geriye dönmedikleri gibi Türkiye’deki yakınlarını da yanlarına aldılar. Sayıları giderek arttı, Avrupa’nın değişik ülkelerine yayıldılar. Çocukları, hatta torunları oldu. Şimdilerde dördüncü nesilden bahsediliyor. Toplam nüfusları 6 milyonu geçti. Geri dönme hayali rafa kaldırıldığından beri çok şey değişti. İşçiydiler iş sahibi, göçmendiler ev sahibi oldular. Yavaş yavaş, okumaya, iyi eğitim almaya başladılar. Devlet dairelerinde iki büklüm oldukları zamanlar geride kaldı. Dil bilmiyorlardı, öğrendiler. Yumurta almak için gittikleri marketlerde tavuk taklidi yaptıkları günler acı acı gülümseten hatıralardan ibaret artık. Fakat şimdi hiç ummadıkları bir sorunları var. Onlar yaşadıkları ülkenin dilini bilmiyordu, çocukları ise ana dillerini.
1980 darbesinin Türkiye’yi kasıp kavurduğu yıllarda hakkında açılan davalar yüzünden hayatının önemli bir kısmını Almanya’da sürgünde geçiren Cem Karaca, gurbetçileri en iyi tanıyan sanatçılardandı. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın girişimleriyle yurda döndükten sonra çıkardığı ‘Yiyin Efendiler’ isimli albümündeki ‘Almanya’ şarkısında gurbeti vatan belleyen bu insanların durumunu şöyle anlatıyordu: “İşte Ahmet işte Ayşe burdakiler... On binlerce Türkiyeli, Çocukları burda doğdu, burda büyürler; Merhabayı unuttular ‘grüß gott’ derler...”
Karaca’nın 1990’da işaret ettiği ‘merhabayı unutma’ meselesi bugün Avrupa’da yaşayan Türkler için endişe verici boyutlara ulaştı. Çünkü 6 milyonluk nüfusa rağmen Türkçe, hızla unutuluyor. Yeni nesil arasında bırakın Türkçe okuyup yazmayı, dedesiyle ana dilinde iletişim kurabilenlerin sayısı tehlikeli şekilde azalıyor. Uzmanlar uyarıyor; “Önlem almazsak Avrupa’daki Mehmet’ler Michael olacak!”
Almanca hutbe TALEBİ
1. Uluslararası Avrupa’da İki Dilli Türklerin Ana Dili Eğitim Çalıştayı kısa süre önce  Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da düzenlendi. Danimarka Anadolu Dil ve Kültür Merkezi ile Kopenhag Üniversitesi’nin işbirliğinde organize edilen çalıştaya Türkiye’nin yanı sıra Avrupa’nın çeşitli üniversitelerinde ‘ana dili eğitimi ve iki dillilik’ konularında ders veren çok sayıda akademisyen katıldı. Üç gün süren etkinlikte Avrupalı Türklerin ana dili sorunuyla ilgili çarpıcı veriler paylaşıldı.
Her şeyden önce şunu ifade etmekte fayda var. Bugüne kadar yapılan çok sayıda bilimsel araştırma ana dili eğitimi ile öğrenci başarısı arasında doğru orantı olduğunu gösteriyor. Ana dilini iyi bilen öğrenciler, bilmeyenlere nazaran hem derslerinde hem de iş hayatlarında daha başarılı oluyor. Nitekim, bu durum, çalıştaya katılan akademisyenler tarafından dile getirildi. Öte yandan mevcut veriler hâlen Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli çocukların yüzde 80’inin eğitim sisteminden yeterince faydalanamadığını gösteriyor. Bazı bölgelerde bu oran daha yüksek. Mesela Almanya’nın Hamburg şehrinde Türkiye kökenli öğrencilerin yalnız yüzde 9’u lise eğitimini tamamlayabiliyor. Yüzde 63’ü ilkokuldan sonra devam edemiyor.
Ana dilini ‘doğru düzgün’ konuşamayan çocuklar ilerleyen yıllarda sosyo-kültürel sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Bir yandan kriminal olaylara karışanların sayısı artarken diğer yandan boşanma oranı yükseliyor. Danimarka’da yapılan bir araştırma, Türkiye kökenli gençler arasında boşanma oranının yüzde 34 olduğunu gösterdi. Uzmanlara göre, ana dili eğitiminin yetersiz olmasının bu sorunlar üzerindeki etkisi büyük. Zira Avrupa’da yaşayan bir Türk gencinin Türkçeyi bilmemesi aynı zamanda Türk kültürünü tam bilmemesi anlamına geliyor.
Almanya Heidelberg Üniversitesi’nden Prof. Dr. Havva Engin’e göre, ana dili eğitiminin yetersizliği Avrupa’daki gençlerin inançlarına da tesir etmeye başladı. Almanya’ya Türkiye’den gelen imamlara seminerler verdiğini belirten Engin, “Türkçe anlayamadığı için imamlardan Almanca hutbeyi yapmalarını isteyen gençlerin sayısı hızla artıyormuş” diyor. Birinci nesil ile üçüncü nesil arasındaki bağın kopmaya yüz tuttuğunu belirtiyor: “Birinci nesil günümüzde torunlarıyla sağlıklı iletişim kuramıyor.”
Almanya’ya Türkiye kökenli gurbetçilerle aşağı yukarı aynı şartlarda ve zamanlarda gelen İspanyol göçmenler ilk yıllardan itibaren kurdukları etkili ‘veli dernekleri’ sayesinde hem eğitim hem de ana dili sorunlarını önemli ölçüde çözdü. Yapılan araştırmalar Almanya’daki İspanyol göçmenlerin eğitim başarısı konusunda Almanları yakaladığını gösteriyor. İspanyol göçmenleri örnek veren Prof. Engin, asimilasyonun Avrupa’daki Türkiye kökenli göçmenlerin makûs kaderi olmadığına, velilerin bilinçlenmesi sayesinde birçok sorunun çözülebileceğine inanıyor.
‘Mehmet’ler Michael olur’
Türkiye kökenli yeni neslin ana dilini konuşamamasının en büyük sebebi şüphesiz bu konuda gerekli eğitimi alamamaları. Hâlihazırda 27 üyesi bulunan AB’de 23 resmî dil var. Bu dillere ilave olarak birlik içerisinde 175 göçmen dili ve 60 bölgesel ve azınlık dili konuşuluyor. AB ülkelerinin tamamı 1992 yılında Avrupa Konseyi’nde kabul edilen Avrupa Bölgesel Diller ve Azınlık Dillerini Koruma Anlaşması’nı kabul etti. Anlaşma söz konusu dillerin öğretimi için gerekli bütçenin ayrılmasını öngörüyor. Ancak bilhassa son 10 yıl içerisinde ana dili eğitimine verilen devlet desteği ya tamamen kaldırıldı ya da ihtiyacı karşılamaktan uzak rakamlara çekildi. Neticede verilen eğitimin kalitesi hızla düştü. Fransa Rouen Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Ali Akıncı, Fransa’nın 1900’lü yıllarda ülkedeki diğer yerel dilleri yok etmek için uyguladığı politikaları bugün göçmen kökenli toplumlara yönlendirdiğini iddia ediyor. Fransa’da bazı okulların öğrencilere Türkçe konuşmayı yasakladığını belirten Prof. Akıncı, Avrupa’nın birçok ülkesinde ana dili eğitimi konusunda çifte standartlar olduğunu ve bunların giderek derinleştiğini düşünüyor. Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli toplumun ana dili eğitimine sahip çıkması gerektiğini vurgulayan Akıncı, “Önlem almazsak Avustralya’da olduğu gibi Mehmet’ler Michael, Emine’ler de Emily olur.” diyor.
 Aslında Türkiye, geçmişte Avrupa’daki Türkiye kökenli göçmenlerin eğitimi için çok sayıda projeye destek verdi. Bu kapsamda uzun yıllar Avrupa’nın değişik ülkelerine Türkçe öğretmenleri gönderildi. Ancak gerek öğretmenlerin geldikleri ülkelerle ilgili bir formasyon almamış olması gerekse Türkiye’deki birtakım ideolojik tutumların müfredata yansıtılması eğitimin kalitesini düşürdü. Öyle ki; Hollanda’da hükümet 2004 yılında ana dili eğitimine verdiği desteği geri çekerken ‘eğitimin kalitesizliği ve öğretmenlerin yetersizliğini’ gerekçe gösterdi. Verilen ana dili eğitiminin istenen kalitede olmamasının sebeplerinden biri de müfredat ve eğitim materyallerinin Avrupa’daki öğrencilerin özellikleri dikkate alınmadan hazırlanmış olması. Konuya bu çerçeveden yaklaşan uzmanlar eğitimin ideolojik saplantılardan kurtarılmasının ve modern eğitim materyallerinin tercih edilmesinin etkili bir ana dili eğitimi için olmazsa olmaz şartlardan olduğunu ifade ediyor.
Avrupa’da Türkçe ana dili eğitiminin önündeki en büyük engellerden bir diğeri de ailelerin bilinçsizliği. Birçok aile ana dili eğitiminin çocuklarının yaşadığı ülkenin dilini öğrenmesine mâni olacağını düşünüyor. Oysa bilimsel çalışmalar bunun tam tersini gösteriyor. Ana dilini iyi öğrenen bir çocuk hem yaşadığı ülkenin dilini hem de diğer üçüncü dilleri daha kolay öğreniyor. Kopenhag Üniversitesi Türkçe Okutmanı Gülşat Bican’a göre, Avrupalı devletlerin ana dili eğitimine verdiği desteği geri çekmesinin en önemli sebeplerinden biri, göçmen kökenli ailelerin bu konuda yeterli istekliliği göstermemesi. Bican, “Ana dili eğitimi için bütçe ayrılıyor ancak velilerin bilinçsizliğinden bu bütçe geri çekiliyor.” diyor.
Bir başka etken Türk teyevizyonlarının Avrupa’ya yayın yapan kanalları. Buralarda daha çok reklam, şans oyunu ve doğrudan satış odaklı yayınlara yer veriliyor. Türk dili ve kültürüne yönelik yayınlar yok denecek kadar az. Oysa, cazip programlarla dil ve kültüre katkı sağlayacak yayınlar yapılabilir.   
Ekonomik başarı da yok
İlk nesil Avrupa’ya ‘misafir işçi’ olarak gelmişti. Yeni nesil arasında ise kendi işini kuranların sayısı hızla artıyor. Hâlen 450 bin kişilik istihdam sağlayan Türk işadamlarının AB’ye katkısının 50 milyar Euro’nun üzerinde olduğu tahmin ediliyor. İlk nesil ile kıyaslandığında bu çok ciddi bir ekonomik gelişme. Uzmanlar, Türkiye kökenli göçmenlerin ‘girişimcilik’ konusunda Avrupalılardan daha ileride olduğunu vurguluyor. Bunda şüphesiz Türkiye kökenli göçmenlerin anavatanlarından gelen ilave bir kültüre ve dile sahip olmalarının payı büyük. Bu noktada Uppsala Üniversitesi Türk Dilleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Birsel Karakoç’un önemli bir tespiti var. Karakoç, gerekli ana dili eğitiminin verilmemesi hâlinde Türkiye kökenli göçmenlerin ekonomik başarısının da azalacağını düşünüyor. Karakoç’a göre ana diline hâkim olamayan bir göçmen, kültürel köklerinden gelen girişimcilik ruhunu da anavatanındaki iş dünyasıyla olan bağlantısını da zamanla kaybedecek. Bu da doğal olarak ekonomik başarıya yansıyacak.
Her ne kadar Avrupa’daki birçok ülkenin mevcut yönetimleri ana dili eğitimine mesafeli yaklaşsa da esasen ana dili eğitimi her şeyden önce Avrupalı ülkelerin yararına. Çünkü söz konusu eğitime ihtiyacı olan öğrencilerin tamamı Türkiye’nin değil, bu ülkelerin vatandaşı. Dolayısıyla bu öğrencilerin başarısı Türkiye’den çok yaşadıkları ülkeyi etkileyecektir. Bu konuda Avrupalı ülkeleri eleştiren Heidelberg Üniversitesi’nden Prof. Dr. Havva Engin, “Büyük bir insan potansiyeli var ve bu kaynağı kullanmamak Avrupalı ülkelerin zararınadır. İki dilli, iki kültürlü bu insanlar, küreselleşmenin olduğu bir yerde acele artıya çevrilmeli.” diyor.
Her şeye rağmen olumsuz tablonun Türkiye kökenli göçmenlerin bilhassa son yıllarda Avrupa’nın değişik ülkelerinde açtığı özel okullar sayesinde bir nebze olsun değişmeye başladığını söyleyebiliriz. Yıllarca gurbetçi diye adlandırılan bu insanların artık Avrupa’da yerleşik hayata geçtiklerinin en büyük delili olan bu okullar, öğrencilerinin Türkçe eksiğini kapatma noktasında da önemli vazifeler görüyor. Ancak elbette daha alınması gereken çok uzun bir yol var.

AVRUPA ÜLKELERİNİN ANA DİLİ KARNESİ

Almanya: Avrupa’da en fazla sayıda Türkiye kökenli insana ev sahipliği yapan Almanya’nın ana dili eğitimi konusunda örnek bir ülke olduğunu söylemek çok zor. Sık sık ‘asimilasyon’ tartışmalarıyla meşgul olan ülkede devlet ana dili eğitimine kayda değer destek vermiyor. Bununla birlikte dileyen eyalet istediği desteği veriyor. Bu göçmen nüfusunun yoğun olduğu eyaletlerde birtakım olumlu gelişmelere sebep olsa da Almanya’nın ana dili eğitimi noktasında alması gereken daha çok yol var.
Almanya’daki Türkiye kökenli toplumun meselenin ehemmiyeti konusunda yavaş da olsa bilinçlenmeye başladığı söylenebilir. Bu anlamda Ana Dili Türkçe Koordinasyon Kurulu (TAG) öncülüğünde çok sayıda sivil toplum kuruluşu geçen yıl bir araya gelerek ana dilinin korunması için oluşturulan özel tüzüğü imzaladı. Elbette tüzüğün uygulamaya geçmesi ve ciddi takip edilmesi gerekiyor.
Danimarka: Danimarka, altmışlı yıllarda sergilediği hızlı ekonomik büyümenin akabinde ortaya çıkan istihdam açığını 1967 ile 1973 yılları arasında Türkiye, Yugoslavya, Pakistan ve Fas gibi ülkelerden gelen yabancı iş gücü ile karşıladı. Günümüzde Avrupa’nın en sert göçmen politikasına sahip olan Danimarka o yıllarda iş bulan herkese oturum verilmesini öngören son derece rahat bir politika benimsemişti. Bu sayede yabancı işçilerin büyük bölümü, Danimarka’ya yerleşmekle kalmadı aynı zamanda anavatanlarındaki akrabalarını da çekti. Ülkedeki göçmen sayısı hızla arttı. Danimarka İstatistik Kurumu verilerine göre ülkede 60 bin 672 Türkiye kökenli göçmen yaşıyor. 2001’de iktidara gelen Anders Fogh Rasmussen başbakanlığındaki Liberal-Muhafazakâr hükümet ertesi yıl ana dili eğitimini belediyelerin tercihine bıraktı. 1975’ten 2002’ye kadar ücretsiz verilen ana dili eğitimi bu kararla büyük yara aldı. Belediyelerin neredeyse tamamı kanun değişikliğini fırsat bilerek ana dili eğitimini desteklemekten vazgeçti. Hâlen 98 belediyeden sadece 5-6’sı ücretsiz ana dili eğitimini destekliyor. Kalan yerlerde yaşayan öğrenciler ise 18-20 kişi toplanıp belirli bir ücret ödemeyi kabul ederse ana dili eğitimi alabiliyor.
İsveç: Göçmenlerle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tanışan İsveç, bugün 1 milyon 175 bin 200 göçmene ev sahipliği yapıyor. Toplam nüfusun yüzde 13’ünü oluşturan göçmenlerin, ana dili eğitimi konusunda ciddi sıkıntı yaşadıklarını söylemek güç. Sistem, evde konuşulan dili eğitimde de geçerli kabul ediyor ve en az 5 kişilik sınıf oluşturulması şartıyla ana dili eğitimi vermeyi devletin görevi sayıyor. Ayrıca ilköğretim okullarının her dönem yabancı kökenli öğrencilerin ana dili eğitimi ihtiyacını tespit etmek gibi zorunlulukları var. İsveç aralarında Türkçe ve Kürtçenin de bulunduğu 32 farklı dil için ana dili eğitimini ücretsiz sağlıyor. İsveç İstatistik Kurumu verilerine göre ülkede 61 bin 751 Türkiye kökenli göçmen yaşıyor. Türkçe ana dili eğitimine her yıl 3 bin öğrenci katılıyor. Bu rakam, ülke genelinde temel eğitim alan Türkiye kökenli öğrenci sayısının yüzde 60’ına tekabül ediyor. Kalan yüzde 40’lık bölüm ise ya Kürtçeyi tercih ediyor ya da ana dili eğitimi istemiyor.
Fransa: 65,7 milyonluk nüfusuyla 5 milyondan fazla göçmene ev sahipliği yapan Fransa, ana dili eğitimi konusunda Avrupa’nın en katı ülkelerinden biri. Senelerce ana dili eğitimine hiçbir destek vermeyen Fransa, AB müktesebatı kapsamında birtakım kolaylıklara müsaade etti; fakat ciddi ilerleme sağlandığını iddia etmek iyimserlik olur. Fransa’da ana dili eğitimi 1980’li yılların başından itibaren yabancı ülke konsoloslukları tarafından sağlanmaya başlandı. Eğitim Fransa Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı devlet okullarında verilse de öğretmenler konsolosluklar tarafından anavatandan getiriliyor ve ücretleri de yine konsolosluklar tarafından karşılanıyor. Fransız devleti öğretmenlerin yeterliliğine karışmadığı gibi verilen eğitimin içeriğine de müdahale etmiyor. Sadece ortaöğretimde en az 5 öğrencinin katılması şart.
Belçika: 1963 sonuna doğru ülkedeki maden ocaklarında çalışmak için Belçika’ya giden Türk göçmenler bugün en büyük etnik gruplardan birini oluşturuyor. Zaman içerisinde sosyoekonomik açıdan birçok değişiklik geçiren Türk göçmenlerin en önemli sorunlarından biri ana dili eğitimi. Her iki Türk öğrenciden birinin ana dili eğitiminden mahrum kaldığı belirtiliyor. Belçika’nın, ana dili eğitimi konusundaki durumu diğer Avrupa ülkelerininkinden farklı değil. Ana dili eğitimine devlet desteği vermeyen Belçika’da, Türk Büyükelçiliği ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın gayretleriyle gerçekleştirilen projelerle bu eksiklik giderilmeye çalışılıyor. Bu projelerden biri olan ELCO, 1996’dan beri Türk Millî Eğitim Bakanlığı ile Belçika Fransız Toplumu Eğitim Bakanlığı tarafından sürdürülüyor. Proje kapsamında ülke genelinde 10 farklı okulda Türkçe eğitim veriliyor. Diğer taraftan Flaman Eğitim Bakanlığı ile 20 yıldır ortaklaşa sürdürülen ‘Foyer’ isimli proje kapsamında 3 okulda Türkçe eğitimi veriliyor. Belçika Flaman Eğitim Bakanlığı projeye ödenek sağlıyor. Bu projeler dışında gurbetçiler tarafından kurulan çeşitli dernekler de Türkçe eğitimi veriyor. Bu arada 10,9 milyon kişinin yaşadığı Belçika’da Flemenkçe, Fransızca ve Almanca olmak üzere üç farklı resmî dil var.
Hollanda: Dünyanın en ‘özgürlükçü’ ülkelerinden biri olarak gösterilen Hollanda maalesef bu yaklaşımını ana dili eğitiminde göstermiyor. 2004’te radikal bir karara imza atan Hollanda, ‘Yabancıların Yaşayan Ana Dilleri Eğitimi’ne son verdi. Karar, 15 milyonluk Hollanda nüfusunun yaklaşık yüzde 19’una tekabül eden yabancı etnik gruplar için büyük darbe oldu. Türk göçmenler geçen yıl devlet aleyhinde dava açarak konuyu mahkemeye taşıdı. Lahey Mahkemesi’nde görülen davada hâkim; ana dili eğitiminin önemli olduğuna ancak devletin bu eğitimi verme zorunluluğu bulunmadığına hükmetti. Etnik gruplar, kendi imkânları dâhilinde eğitim vermeye çalışıyor.

AVRUPA ANA DİLİ ÇALIŞTAYI SONUÇLARI

 Eğitim materyalleri yetersiz. Mevcut materyaller Avrupalı öğrencilerin ve ülkelerin özellikleri dikkate alınmadan hazırlanmış. Modern eğitim materyallerine ihtiyaç var.  Eğitim konusunda büyükelçiliklerle sivil toplum kuruluşları arasında iş birliği geliştirilmeli. Birçok büyükelçiliğimizde eğitim müşaviri bile yok.  Öğretmenler yetersiz. Öğrencilerin yaşadığı ülkeyi bilmeyen öğretmenlerin verdiği eğitim kalitesiz. Çok yönlü öğretmenlere ihtiyaç var.   Veliler ana dili eğitimi konusunda yanlış algılara sahip. Aile eğitimi şart. Ailelerin Türkçe eğitimi konusunda bilinçlendirilmesi gerekiyor.  Ana dilini öğrenen çocuk yaşadığı ülkenin dilini daha hızlı ve kolay öğrenir. Bilimsel anlamda bu ispatlanmıştır.

GURBETÇİYE ÜNİVERSİTE KAPISINI AÇIYORLAR

Hükümetin kapatmak için çare aradığı Avrupa’daki Türk okulları, gurbetçinin yarasına merhem oluyor. Heidelberg Üniversitesi’nden Prof. Dr. Havva Engin’e göre, yabancı eğitim sistemleri yüzünden önü tıkanan çocuklar, bu okullar sayesinde yükseköğretime atlıyor.
EMRE OĞUZ /  Kopenhag
1991 senesi 21. yüzyılın inşası açısından son derece önemli bir yıl oldu. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) o yıl dağılırken ABD’nin öncülüğünde 28 ülkenin katıldığı Körfez Savaşı sona eriyordu. Türkiye’de ise seçim vardı; meydanlar miting alanlarına dönmüş, ülke bütünüyle içine kapanmıştı. Yeni bir yüzyılın yavaş yavaş inşa edildiği böyle bir ortamda Fethullah Gülen Hocaefendi yakınındaki insanları SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığına kavuşan Orta Asya ülkelerine gitmeleri ve buralarda yaşayan Türk kökenli insanlara sahip çıkmaları için teşvik ediyordu. Kendisi de bir dizi konferansa katılmak için Avrupa’nın yolunu tutmuştu. Türkiyeli göçmenlerin yoğun yaşadığı ülkeleri ziyaret ettikten sonra Danimarka’ya geldi. Her gittiği yerde eğitimin önemini vurguluyor, misafir işçi olarak gelen gurbetçilere nesillerin iyi yetişmesi için okul açmalarını tavsiye ediyordu. O yıllarda Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde Türkiyeli girişimcilerin açtığı tek okul yoktu. Hatta Avrupa’da lise diploması olan Türkiye kökenli öğrenciler bile parmakla gösteriliyordu. Hocaefendi’nin sözleri birçokları tarafından ‘uzak ama güzel bir hayal’ olarak algılanmıştı.
Ancak Danimarka’da farklı bir şey oldu. Hocaefendi’nin başkent Kopenhag’da yaptığı bir konuşmayı dinleyen birkaç gönüllü, okul açmayı kendilerine görev edindi. Aslında ciddi bir eğitim tecrübeleri yoktu. Danimarka gibi devlet geleneğinin son derece gelişmiş olduğu bir ülkede okul açmak için resmî prosedürleri nasıl aşacaklarını bile bilmiyorlardı. Üstelik kafasında Türkiye’ye dönmek olan gurbetçilerin okul açmaya ilgi gösterdiği söylenemezdi. Çoğu, fabrikalarda işçi olarak çalışıyor, bir kısmı da devletten aldığı işsizlik maaşıyla geçiniyordu. Aralarında küçük esnaf denebilecek insanların sayısı iki elin parmaklarını geçmezdi. Her şeye rağmen vazgeçmediler. Önce okul için bir bina bulundu, ardından resmî prosedürler bir bir aşıldı. Ama asıl mesele, göçmenlerin çocuklarını okula gönderip göndermeyecekleri konusuydu. Nihayetinde 1993 yılında okul eğitime hazır hâle getirildi. Adını Dancada ‘Merhaba’ anlamına gelen ‘Hay’ koydular. 1961 yılında Avrupa’ya misafir işçi olarak gelen gurbetçilerin açtığı ilkokul böylece eğitim hayatına ‘Merhaba’ diyordu. İlk yıl 50 kadar öğrenci vardı ama ilerleyen yıllarda öğrenci sayısı arttı. Verdikleri eğitimin kalitesi de. Daha modern bir binaya taşındılar. Zamanla Danimarkalı yerel yöneticilerin dikkatini çekmeyi başardı okul. Hiçbir eğitimi olmayan ailelerin çocuklarını alıyor, kısa sürede ülkenin en başarılı öğrencileri hâline getiriyorlardı. Bu durumu yıllar sonra yine Danimarka’nın etkili düşünce kuruluşlarından CEPOS fark edecekti. Kuruluş, 2007 yılında yayımladığı ‘Eğitimde verimlilik’ araştırmasında Hay Koleji’ni binlerce dengi arasından Danimarka’nın en başarılı okulu seçti. Söz konusu araştırma 2010 yılında tekrarlandı ve Hay Okulu yine birinci oldu. Bu istikrarlı başarı Danimarkalı politikacıların da dikkatini çekti. Yıllarca Eğitim Bakanlığı yapan Bertel Haarder, Hay Okulu’nun velileriyle bir araya geldiği bir toplantıda, “Buraya gelmeden önce sizin mezunlarınızı incelettim. Gördüğüm kadarıyla Özel Hay Okulu mezunlarından hiçbiri herhangi bir kriminal olaya bulaşmıyor. Bunun sırrı nedir?” diye soruyordu.
Gerçekten Hay Okulu mezunları hem aileleri hem de çevreleri tarafından gurur kaynağı olmuştu. Türkiye kökenli göçmenler arasında lise ve üniversiteye devam etme oranı hızla yükseldi. İlerleyen yıllarda üniversiteden mezun olan bu çocukların bazısı bir zamanlar öğrencisi oldukları Hay Koleji’nde öğretmenlik yapmaya başlarken bir kısmı Danimarka’nın değişik kentlerinde yeni okulların açılmasına vesile oldu. 68 bin Türkiye kökenli göçmenin yaşadığı Danimarka’da bu okulların sayısı hızla arttı. Şimdilerde ilköğretim okuluna giden Türkiye kökenli her 5 çocuktan biri bu okullarda eğitim görüyor. Okul Müdürü Mehmet Kolukısa, Hay Koleji’nin göçmenler üzerinde sağladığı gelişimi şu cümlelerle ifade ediyor: “İlk yıllarımızda velilerimiz arasında Danimarka’da herhangi bir okula giden tek kişi yoktu. Şimdi ise eğitim almayan kimse yok.” Kolukısa Hay Okulu’nun elde ettiği başarının arkasında ise öğrencilerin kültürel ve etnik farklılıklarını sorun olarak görmeden Danimarka standartlarında kaliteli eğitim vermelerinin yattığını söylüyor.
2000’li yıllarda Avrupa’nın değişik ülkelerinde yeni okullar açılmaya başladı. 90’lı yıllarda göçmenler arasında üniversiteye devam etme oranı son derece düşüktü. Bunda Türkiye kökenli toplumun eğitime ehemmiyet vermemesi kadar Avrupa’nın birçok ülkesindeki eğitim sistemlerinin göçmen öğrencileri dışlayan yapısının payı vardı. Birleşmiş Milletler’in (BM) 2007’de hazırladığı bir raporda bu durum ifade edilmişti: “Avrupa’da eğitim sisteminde göçmenlere yönelik yaklaşımlar bireylerin önü üniversiteye açılan geleceğe dair biz vizyon geliştirmelerini teşvik eder yönde değildir.”
Göçmen öğrenciler eğitim sisteminin en altındaki okullarda okuyordu. Almanya’da ortaöğretimin en kötü okulları olarak kabul edilen Haustschule’a devam eden Türk öğrencilerin oranı yüzde 23 iken, Fransa’da bu yüzde 25, Belçika ve Hollanda’da ise yüzde 30’un üzerindeydi. Diğer taraftan üniversiteye devam etme şansı yüksek olan kaliteli okullara (gymnasium) devam etme oranı ise Almanya’da sadece yüzde 6 idi. Türkiye kökenli girişimciler tarafından açılan her okuldan sonra öğrencilerin üniversiteye devam etme oranı arttı. Almanya’nın Heidelberg Üniversitesi’nden Prof. Dr. Havva Engin’e göre; Hizmet Hareketi tarafından Almanya’da açılan okullar Alman eğitim sistemi tarafından önü tıkanan çocuklara üniversite kapısını açıyor. Hâlihazırda Almanya’da Türkiye kökenli gençlerin sadece yüzde 3’ü herhangi bir yüksekokula devam ediyor. Hizmet’in okullarında bu oran çok daha yüksek. Örneğin Almanya’nın başkenti Berlin’deki TÜDESB Lisesi’nden 2013 yılında mezun olan 33 öğrencinin tamamı abitür yaparak üniversiteye gitmeye hak kazandı. Prof. Engin, söz konusu başarıda bu okullarda verilen eğitim kalitesinin etkili olduğunu düşünüyor. Engin’e göre; eğitim sistemi tarafından devlet okullarında önü tıkanan öğrenciler bu okullardaki küçük sınıflarda kaliteli öğretmenlerden aldıkları eğitim ve gördükleri özel ilgi sayesinde eğitim kademelerini hızla tırmanıyor.
Türklere önyargısız yaklaşım
Prof. Engin, Hizmet Hareketi tarafından Avrupa’da açılan okulların Almanların Türklere bakışını da değiştirdiğini düşünüyor. “Almanlar sürekli Türklerin çocuklarının eğitimiyle alakalı olmadığını söyler. Bu bir kesim için doğru olabilir. Öte yandan velilerimizin çoğu ‘Benim çocuğum okusun, benim gibi işçi olmasın’ diyor. Bu yüzden okullara sahip çıkıyorlar. İki çocuğunu özel okula gönderip aylık gelirinin yarısını oraya yatıran ailelerimiz var. Bu okullar ailelerin esasen ne kadar eğitimle ilgili olduğunu gösteriyor.”
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin 90’lı yılların başındaki okul açma ve eğitime yatırım yapma yönündeki telkinlerinin bugün hâlâ Avrupa’daki göçmenlerin toplumsal yapısında önemli gelişmelere yol açtığı ortada. Zaten bu durum söz konusu okulların faaliyette bulunduğu çevrelerdeki yerel ve ulusal yöneticiler tarafından sıklıkla dile getiriliyor. En son Başbakan Erdoğan’ın Brüksel ziyaretinde gerçekleştirilen “Belçika’ya İşgücü Göçü’nün 50. Yılı” toplantısında konu gündeme gelmişti. Brüksel Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dirk Jacobs Türkiye kökenli müteşebbisler tarafından açılan okulların Belçika eğitim sistemindeki sorunların çözülmesine katkıda bulunduğunu ifade etmişti. Eşit Haklar ve Irkçılıkla Mücadele Merkezi Başkanı Jozef De Witte ise Türk asıllı öğrencilerin başarı oranının düşük olduğunu; ancak Türk asıllı müteşebbislerin kurduğu Lucerna Kolejleri gibi kurumların eğitim alanında büyük çaba sarf ettiğine işaret etmişti. Meseleye bu çerçeveden yaklaşıldığında Ankara’nın Türk okullarının kapatılması yönünde yapacağı başvuruların Avrupalı yetkililer tarafından ciddiye alınacağını söylemek zor. Neticede bu okullardan en çok faydalanan Avrupalılar. Ankara’nın son dönemdeki tavrının aksine Avrupalılar kendi ayaklarına kurşun sıkmamak konusunda son derece dikkatli davranır.

ÇOCUKLARIM DA İŞÇİ OLACAKTI

Türk okulları, sadece Afrika’da değil, eğitim modelleri ile dünyaya yol gösteren İskandinav ülkelerinde de büyük başarı sergiliyor. Türkiyeli işçilerin çocukları bu sayede, ‘İşçisin, işçi kal’ anlayışına kurban gitmekten kurtuluyor.
EMRE OĞUZ  / Stockholm
Türkiye kökenli eğitim gönüllüleri tarafından açılan okullar dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Avrupa’da da büyük takdirle anılıyor. Üstelik sadece çocuklarını bu okullara gönderen gurbetçiler tarafından değil, bulundukları ülkelerin en üst düzey yetkilileri tarafından da. Bu yüzden bilhassa son 10 yıl içerisinde sayıları hızla arttı. Her yıl değişik ülkelerde çok sayıda okul eğitime başladığı için net bir rakam vermek mümkün olmasa da Avrupa genelinde on binlerce çocuğun bu okullarda eğitim gördüğü bilinen bir gerçek. Söz konusu okullar yıllar evvel Avrupa’ya misafir işçi olarak gelen Türkiye kökenli göçmenlerin eğitim sorunlarının çözümünde de önemli bir rol oynuyor. Yeni nesillere hem ana dillerini hem de kültürlerini öğretiyor.
Aslında Avrupa’da okul açmak dünyanın çoğu ülkesine nazaran daha zor. Son derece yorucu prosedürler zinciri ve ağır denetimler okul açmayı düşünenlerin peşinen kabul etmesi gereken gerçekler. Öte yandan açılan okulun eğitime devam edip başarılı olabilmesi de hiç kolay değil. Özellikle İskandinavya’da devlet eğitime çok ciddi bir yatırım yapıyor. Hem özel okullar da hem de devlet okullarında öğretmen maaşlarından bina ve eğitim giderlerine kadar bütün masraflar devlet hazinesinden karşılanıyor. Bu da tabii olarak sadece özel okullardaki değil, devlet okullarındaki eğitimin bile son derece kaliteli olmasını sağlıyor. Buna rağmen Türkiye kökenli eğitim gönüllüleri tarafından açılan okullar rakipleri arasından öne çıkmayı başarıyor. Peki bu başarının sırrı ne? Bu soruyu çocuğu Türk okullarında eğitim gören velilere sorduk.
Avrupa’da bir taraftan içinde bulundukları ülkenin standartlarında kaliteli eğitim veren bu okullar öte yandan özellikle göçmen kökenli öğrencileri mevcut eğitim sisteminin kendi kültürleriyle çelişen yönlerinden koruyor. Neticede, Avrupa’da verilen eğitimin, çoğu Müslüman olan göçmen kökenli öğrencilerin dinî ve kültürel hassasiyetleriyle her alanda örtüştüğünü söylemek mümkün değil. Bu okullarda ise; hem modern eğitim standartlarına hem de öğrencilerin kültürel hassasiyetlerine özen gösteriliyor. Velilerin bu okulları tercih etmesindeki en önemli etkenlerden biri bu. Onlardan biri Mehmet Bayhan. Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da yaşayan Bayhan, büyük kızını önce devlet okuluna gönderir. Ancak kısa sürede sürpriz bir gerçekle karşılaşır. Okulda kız öğrencilerle erkek öğrenciler beden eğitimi derslerinde aynı soyunma odasını kullanmaktadır, hatta aynı havuzda yüzmektedir. Bu uygulamayı inançlarına ters bulan Bayhan, çocuğunu okuldan alır ve Türkiyeli eğitim gönüllüleri tarafından açılan Özel Hay Koleji’ne kaydettirir. Bayhan, ‘‘Hay Koleji’nin başarılı bir okul olmasının yanında benim için en önemli özelliği çocuğum akşam eve geldiği zaman bugün acaba okulda dinî ve kültürel değerlerine ters ne öğrendi telaşı yaşamıyor olmamdır.’’ diyor. Bayhan en büyük kızından sonra diğer 3 çocuğunu da Hay Koleji’ne göndermiş.
Türk okullarını tercih gerekçelerinden biri şüphesiz verilen eğitimin kalitesi. Almanya’da başta göçmen kökenli öğrenciler olmak üzere birçok genç bu okullar sayesinde üniversiteye girebiliyor. Kopenhag’daki Özel Hay Koleji’nin kısa sürede Danimarka’nın en başarılı okullarından biri haline gelmesinde velilerin bu talebinin etkisi büyük. Danimarka’daki Türkiye kökenli işadamlarından Kazım Kılıç, eğitim başarısı sayesinde Hay Koleji’ni tercih edenlerden. Sebebini şöyle açıklıyor: ‘‘Hay Koleji’nin verdiği eğitimin kalitesi diğer okullarla karşılaştırılamaz bile. Bunu okul mezunlarına bakarak da anlayabilirsiniz. Devlet okuluna giden çocuklar ilkokuldan sonra eğitimi bırakırken, Hay Koleji mezunlarının neredeyse tamamı lise ve üniversiteye devam ediyor.’’ Kılıç ayrıca Türk kolejinden mezun olan çocukların suça bulaşmadığını, okulun bu yönüyle Danimarkalı yetkililerin de takdirini kazandığını belirtiyor. Kılıç ailesinin 1, 3 ve 7.  sınıfta olmak üzere 3 çocuğu aynı okulda eğitim görüyor.
4 çocuğunu da Türk okuluna gönderen bir diğer veli İbrahim Korkmaz. Kopenhag’da bir halı dükkânı var. Danimarka’da Türkiye kökenli göçmenlerin büyük bölümü gibi o da Konyalı. “Bizim insanlarımız eğitimin önemini Hay Koleji ile anlamaya başladı.” diyor. Avrupa’ya misafir işçi olarak gelen ilk neslin en önemli önceliği para kazanmaktı. Bu anlayış daha sonra gelen nesillere de sirayet etti. Bu yüzden birçok aile eğitime, çocuklarının iş hayatına atılıp eve para getirmesinin önündeki bir engel olarak baktı. Dolayısıyla zorunlu olan ilköğretimden sonra çocuklar okuldan alındı ve ailenin açtığı dükkânda ya da başka işlerde çalıştırıldı. Çevresindeki Türklerin çocuklarını değişik işlerde çalıştırdığı bir dönemde İbrahim Korkmaz, Hay Koleji’ndeki öğretmenlerin telkiniyle büyük oğlu Mahmut’u okutmaya karar verir. Mahmut okuyunca da diğer kardeşlerine örnek olur: “Mahmut okula gidince dükkânda bana yardımcı olması için fazladan bir işçi çalıştırmak zorunda kaldım. Okul masrafları da cabası. Maddi bir külfet oldu ama bugün geriye dönüp baktığımda iyi ki okula göndermişim oğlumu diyorum. Hem onun hem de kardeşlerinin hayatı kurtuldu.”   
Mahmut Korkmaz şimdilerde öğretmenlik yapıyor.  Matematik dersi veriyor.  Hem de bir zamanlar öğrenci olduğu okulda. Ona göre velilerin bu okulları tercih etmesinin en önemli sebebi ailelerin okula ve öğretmenlerine duyduğu güven ve kaliteli eğitim. Birçok velinin okulun kimler tarafından açıldığını dahi bilmeden sadece eğitim başarısından dolayı bu okulları tercih ettiğini belirtiyor. Kendisinin de bir çocuğu var. “İleride sınavı geçebilirlerse onu da Hay Koleji’ne kaydettirmek istiyorum.” diyor.
Norveçli anneden özel teşekkür
Benzer ifadeleri Avrupa’nın diğer ülkelerinde yaşayan anne babalardan da duymak mümkün. Türk girişimciler tarafından Norveç’te açılan Drammen Montessori Okulu velilerinden Ayşe Karagül onlardan biri. Küçüğü birinci, büyüğü dördüncü sınıfa giden 2 çocuğunu da Drammen Montessori Okulu’na kaydettikten sonra farkı görmeye başladığını belirtiyor. ‘‘Okul, hem eğitim hem de çocuklarla bire bir ilgilenme açısından güzel bir sisteme sahip. Tabii ki öğretmenlerin burada rolü büyük.’’ diyor. Okulu çevrelerindeki Norveçlilere de tavsiye ettiklerini belirten Karagül, Norveçli bir velinin çocuğundaki pozitif değişimi gördükten sonra okul yöneticilerine özellikle teşekkür ettiğini söylüyor. Aynı okulun velilerinden Aydın Tekin de diğer okullarda 20 öğrenciye bir öğretmen eğitim veriyorken bu okulda 8-10 öğrenci ile birkaç öğretmenin ilgilendiğini belirtiyor: ‘‘Okuldan çok memnunum ve çocuğumun eğitimine sonuna kadar bu okulda devam etmesini istiyorum.’’

0 yorum:

Yorum Gönder

Reklam

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı